Arkadaşlar merhaba.
Yeni tanıştığımız için önce kendimden bahsedeyim. Otomotiv Mühendisliği bölümünde son yılımdayım. Aktif olarak üniversitede üniversiteler arası Formula aracı üreten bir ekipte liderlik yapmaktayım (ismini vermem doğru olmayacağından sadece üstü kapalı geçmekteyim). Bu süreçte içten yanmalı motorlarda motor kalibrasyonu, mühendislik anlamda headers üretimi başta olmak üzere motor ekip liderliği yaptığım süreçte tüm motor konuları ile ilgilenmeye çalıştım. Sonraki sürçte ise araç dinamiği üstüne çalışmalar, tasarımlar ve hesaplamalarda bulundum (süspansiyon sistemleri ve tasarımı). Uzun yıllar boyunca hobi olarak ilgilendiğim konuyu mesleğim haline getirmiş sayılırım. Kendimi otomobil anlamında tam olarak bulmaya başladığım süreçte İtalyan otomobillerine merakım başladı. Güzel bir söz vardır “Otomobillerin felsefesini yapanlar ancak İtalyan otomobilleri sever” der. Bu bilgi otomobil ve yarış kültüründe bulunmaya çalıştıkça ve bu araçların mühendislik anlamındaki farklarını inceledikçe, birçok alt metin ile desteklenerek sempatim katlanarak devam etti ve etmekte. Şunu söylemeliyim ki, direksiyonda gülümsemeniz için “zamanın” Alfa Romeo mühendisleri gerçekten uzun uğraşlar sergilemiş ve yarış kültüründen geldiklerini bizlere unutturmamışlar. Tanışma kısmını ilk konunun içinde tutmak istedim uzattığım için şimdiden özür dilerim…
Bir süredir beraber olduğum aracımı sizinle paylaşmak istedim. Aslında halihazırda ailemiz içerisinde yıllardır hizmet eden Mk2 156 1.6 TS aracımız bulunmakta. Alfa Romeo ile en yakın temasımız burada başladı. Öğrencilik sebebi ile şehir dışında bulunmamdan dolayı kendileri ile hep uzakta kaldık. Bu süreçte başka marka-model bir araç ile günlerimiz geçti. Lakin Mk1 Alfa Romeo 156 her zaman aklımın köşesinde sürekli bana göz kırpan araç olarak kaldı. Aslında sahip olmak istediğim model 2.5 Busso modeli idi (Giuseppe Busso, ürettiği makineler ile hayran kaldığım ve ömrüm boyunca da hayran kalacağım idol bir mühendistir). Eşsiz mühendisliğe sahip ve 6 farklı tipte üretilebilecek kadar geniş yelpazeye sahip bir mühendislik harikası sahibi olmak her mühendisin hayallerini süslerdi sanırım (motorun kendine has karakterini söylemiyorum bile). Ayrıca Walter de Silva tasarımı bir dış güzelliğe sahip olmak, bence Giorgetto Giugiaro tasarımı bir Mk2 den daha kült bir sportifliğe sahip sanat eseri idi (bu arada başka marka model olarak belirttiğim araç da Walter de Silva tasarımı
ailecek severek izliyoruz). Lakin uzun arayışlar sonuçsuz kaldı ve aradığımız 2.5 Busso 156’yı bulamadık, içimize sineni denk gelmedi de diyebiliriz. Bu süreçte yine aynı kasa 2.0 TS makineler de ilgi odağımız haline geldi ve yine uzun arayışlar, sürüşler, düşünceler sonucu içimize sinecek aracı bulduk.
Aracın eski sahibi yine forumdan, konusu daha önce açılmış zaten. Alfisti gibi sıfatları sevmesem de Alfa Romeo sever biri olarak araç şu an bizde. Kendisini elimizden geldiğince iyi kondisyonda tutmaya çalışıyoruz. Araç aldığımızda şu şekilde idi.
Genel anlamda gezip gördüğüm Alfa Romeo’lar arasında mükemmel bir kondisyona sahipti. 120.000 kilometrede olması da benim en çok ilgimi çeken şeylerden biri oldu. Orijinal performansını kaybetmemiş bir Alfa Romeo kullanmak, kendisini diğer tecrübe ettiğim araçlardan daha farklı yerde konumlandırdı. Ayrıca elden ele gezmemiş, orijinal bakım kitapçığında kaşeleri duran, uzun süre yetkili serviste bakımları yapılmış, Carium Zeki Usta tarafından birçok bakım gerçekleştirilmiş bir araç. Bunların yanı sıra Code Card, kullanım kılavuzu, Radyo Kitapçığı velhasıl tüm belgeleri mevcut. Ayrıca İç kondisyonunun, özellikle Momo koltuklarının çok iyi kondisyonda olması kendisini daha çok sevmemiz için bahanelerimizden
. LPG gibi bir sistem ile ömrü boyunca hiç tanışmamış olması da bizi ayrıca mutlu etti, en azından az olan kilometresini hak ettiği yakıt ile yapmış. Aracın dışı ise bence yaşına nazaran çok iyi bir görsele sahip. Fabrikada üretilirken, eski adıyla Herberts, aracın üretildiği yıllarda Dupont ile birleşip yaşantısına Dupont olarak devam eden, Alman-Amerikan karışımı dünyanın en köklü oto boya üretici firmasının boyası ile robotlarla boyansa da, ne yazık ki Alfa Romeoların boyaları yıllara yenik düşebiliyor (düşüyor)
.
Bunca iyi sayılanların yanında, eksikler de yok değildi tabii ki. Sunroof problemi, kapı gergi sesleri, yedek anahtarının mevcut olmaması, lastiklerinin 2011 model olması, jantlarının görsel durumunun ne yazık ki çok kötü halde olması, bijonlarda paslanmalar, rot başı-z rot boşlukları, körük yırtıkları ve aklıma gelmeyen bir çok yapılması gereken yer vardı. Evet bunlardan bazıları ciddi problemler olmasa bile kendi bineceğim bir Alfa Romeo’ya yakışmıyordu. Biz de kolları sıvadık ve araç ile ilgilenmeye başladık.
İşe sunroof ile başladık. Sunroof açılıp kapanmıyor, perdesi takılı kalıyordu. İlk görüşte ayaklarında kırık olduğunu anlamıştım lakin bir umut insan olmadığını düşünmek istiyor
. Detaylı incelemeler sonucunda kırık olduğu kanaatine vardık ve ilk olarak ayakları temin edip diğer parçalarda sorun olmamasını yine umut ettik. Sunroof camı durumu kötü değildi, 99 model yılı bir araçta olması gerektiği gibi çıktı lakin biz üzerinde yine işlemler yaptık. Temizliğini, gerekli yerlere dolgusunu gerçekleştirdik ve boyadık. Fotoğraf çekmeyi çok sevmeyen biri olduğum için elimde yapılan işlemlerle ilgili aşırı bir fotoğraf yok. Şimdiden mazur görünüz
Sunroof gövdesinin sökülmüş hali bu şekilde
Gövdede hiçbir sorun yoktu. Ayrıca su kanal hortumlarının durumu da çok iyiydi. Mekanizmayı açıp kapayan sonsuz dişli üzerinde de hiçbir atlama ya da kılavuz işlemi gerektirecek durum söz konusu değildi. Lakin ayaklar vahim çıktı
İki tarafın ayaklarının durumu bu şekildeydi. Bu duruma gelmesindeki öngörüm tamamen yanlış yağlama ve temizlik işleminin gerçekleştirilmemesi sonucu biriken kirin yağlama özelliğini yitirmesi. Böyle söylüyorum çünkü camın hareket ettiği ray üzerinde de aşınmalar mevcuttu boydan boya (fotoğraftaki ayak üzerindeki kanalda). Sunroof camının da ayarsız olması bu durumu fazlaca etkilemişti. Ayrıca zorlanma emareleri de oluşan bölgesel kırıklar tarafından açıkça belli oluyordu. Sizlere tavsiyem sunroof sisteminizi en azından haftada bir çalıştırarak kirlerin kanallar üzerinde aşırı birikimini önlemeniz yönünde olacaktır. Yağ tercihinde de önerim beyaz sentetik lityum gres. NLGI 1 veya NLGI 2 kullanabilirsiniz. Plastik yataklamalı parçalarda yataklama ömrünü uzatmasının yanı sıra su itici özelliği de sunroof için çok önemli. Bildiğiniz üzere her gres aynı değildir. İşlemi yaparken buna dikkat etmenizde fayda var.
Sunroof işlemi bittikten sonra lastik arayışı üzerine çalışmaya başladık. Orijinal 156 jantları 15 inch oluşundan dolayı (bahane) göze bence pek hoş gelmiyordu. Alfa Romeo’nun yarış kültürünü de düşünürsek bu kültüre uygun bir jant bulmak gerekirdi. Orijinal iyidir kafalı bir insan olduğumdan dolayı aslında uzun süredir kafamda olan “Teledial” jant arayışına girdim. Satılan, alamadığım, yetişemediğim Teledialler oldu lakin aradığım jantları sonunda buldum
Jantların durumu gayet iyiydi işlem yoktu. Görsel durumu da gerçekten iyiydi. Bu işi hallettikten sonra lastik arayışımız başladı. Üzerindeki lastikler Goodyear Efficient Grip idi. 2011 üretimi ve üzerinde fazlaca fitil oluşu canımı iyice sıkmıştı. Continental Conti Premium Contact 5, Conti Sport Contact 5, Falken ve Pirelli’nin bir çok lastiğini zor virajlarda deneme şansım oldu. Araçların üzerindeki eski lastikleri de bildiğimden bu lastiklerin farkını anlamak için iyi bir referansım vardı. Pirelli’nin çizgisini bozduktan sonra üretilen lastikler arasında en beğendiğim lastik Conti Sport Contact 5 idi. Uzun virajlardaki dengeli yapısı, lastiğin tepkime süresi, teknik manada uzatmadan lastiğin yol ile yaşadığı her şeyi direksiyonda anlık olarak hissedebiliyor olmanız benim için bu lastiği hep farklı kılmıştı. Islak zemin performansı da iyiydi. Lakin lastik deneyimlerim arasına yenisini katmak isteyip daha önce kullanmadığım bir lastiğe geçmek istedim. Açıkçası ben hep bileğe inanmışımdır. Tedbirli ve bileği iyi bir şoför lastiklerde teknik bir sorun yoksa ve aracı iyi tanıyorsa virajlarda çok eğlenebilir
. Araştırmalarım sonucu Goodyear Eagle Sport modeline ulaştım. Lastik alırken hiç yorum okumam çünkü ülkemizde viraja girdiğinde “Slip Angle” değişimini, “0,25 toe in” farkını bile fazlaca anlayacak çok şoför olduğu için ! susmayı tercih ederim. O sebeple kendi tecrübemi yahut sürüşünü bilgisini bildiğim insanları daha fazla dikkate alırım. Böyle birkaç yakın tavsiye üzerine Goodyear Eagle Sport lastikleri satın almaya karar verdim ve 205/55/16 ebadında aracıma taktırdım.
Takıldıktan sonra bana kalırsa aracın görseli fazlaca iyileşti. Teledial jantların yarış kültüründe önemli bir yere sahip olmasının yanı sıra, 156 ya en çok yakışan abartı durmayan jantlardan biri. Lastik ile ilgili görüşlerime gelecek olursak, daha rodajda olmasına rağmen ilk izlenimlerim olumlu yönde. Beni şaşırtan yanı (daha önce de uzun 156 tecrübem var) bu lastikler ile uzun virajlarda çok anormal hızlanmalar ile direksiyon hareketleri yapıp aracın arka tutuşunu kaybetseniz bile, avucunuzun içindeki kontrol hissi yüz güldüren cinsten. Ayrıca 100-110 km/h hızda minimum çapı 120 mt olan virajda (maps üzerinden ölçtüm, bahsettiğim viraj tek çemberli değil tahminimce üç çember teğet yayından oluşan apex çizgisi takibi imkansıza yakın olanlardan) sert ve çok hızlı yapılmış bir fren sonrası aracın dengesi bozulduğunda (her lastikte yaşanır bu senaryo için, yaklaşık 1,3-1,5 g arasını konuşuyoruz ve zaten fren sonucu aracın ağırlık transferinde değişimler gerçekleşiyor) direksiyondaki kontrol hissi gayet başarılıydı. Tabii ki Conti Sport kadar iyi bir kontrolü olduğunu iddia etmiyorum, lakin arasındaki fiyat farkını da ancak süre tutacak kişilerin vermesi gerektiğini düşünüyorum (fren konusunda eleştiri almak istemem, ıslak zemin farklı olacağını da biliyorum beklenti meselesi). Şahsi fikrim kendi rakipleri arasında gayet başarılı bir lastik (olması gereken ıslaklıkta bir zemine denk gelmediğim için o konuda yorum yapmayacağım), ayrıca rodaj bittikçe daha iyi performans vereceği de kaçınılmaz.
Teledial jantlara geçince bijonlar bu sefer gözümüze fazlaca batmaya başladı, Paslı ve kötü görünüme sahiplerdi. Orijinal bijonların olması gereken kalite standartlarını sağlayacağı şüphesiz lakin yeni bijon aldığım zaman bu kaliteyi sağlar mı diye düşünmeye başladım. Bijon her ne kadar yük taşımak yerine montaj elemanı olarak kullanılsa da kalitesiz bijon takmak yine insanda bir şüphe uyandıracaktır. Febi marka bijon arayışım oldu lakin başarısızlıkla sonuçlandı. Ben de yerli bir markanın atölyesini ziyarete gittim ve üretimini gördüm, içime sindikten sonra 10.9 kalite olan orta karbon oranına sahip bijonlarını araca taktım. Üstlerine da kapak takarak en azından korozyona karşı direncini bir miktar daha arttırdığımızı düşünüyorum. Ne yazık ki fotoğrafını çekmedim.
Bunların yanı sıra ses gelen kapı gergilerinin değişimini sağladım. Sırada yapılacak işler arasında tam anlamıyla alt takıma girişmek var. Tüm körükler, z rotlar, rotlar, arka viraj lastikleri ve bunun yanı sıra gözüme batan tüm parçaları değiştirmeyi düşünüyorum. Motor ile alakalı şimdilik bir sorunumuz yok. Birkaç Alfa ustası da olmadığını teyit etti. Periyodik bakımda bujileri söküp komple ateşleme tesisatını kontrol edebiliriz. Sonrasında ön farlar sökülüp, parlatılıp Colormatic’in özel Uv korumalı far verniği ile verniklenip ömürlük olacak. Aklıma gelenler şimdilik bu şekilde. Yazmayı unuttuğum şeyler muhakkak vardır, onları da aklıma geldikçe zamanım oldukça eklemeye çalışırım diye düşünüyorum. Sürç-i lisan ettiysek affola. Okuduğunuz için teşekkürler.